İki kavis arasındayım.
Her
yaşam parantezi doğumla açılıyor ve ölümle kapanıyor. Benim parantezim
de doğumla açıldı ve her parantez gibi o da en nihayet ölümle kapanacak.
Parantezin açılması elimde değildi, kapanması da elimde olmayacak. Parantezi kim açtıysa, o kapatacak, burası kesin.
Niçin açıldı, bilmiyorum. Niçin kapanacak, onu da bilmiyorum.
İki kavis arasında olup bitenlerle öylesine meşgulüm ki bildiğim tek şey, iki parantez arasında sıkışıp kaldığım.
Bu-ara-dayım; doğumla ölüm arasında.
Ne
garip değil mi, yaşam, cilveleriyle beni meşgul ettiği sürece,
parantezin kapanış ânından uzaklaştığımı, o üzerime bütün dehşetiyle
eğilen kavsi geriye ittiğimi sanıyorum, öyle ki parantezin kapanıp
kapanmayacağını umursamıyorum bile.
Yaşam
süremi ölçüyorum. Yolun başındayken yaşam süremin arttığından ötürü
sevinirken, yolun sonuna doğru süremin azaldığını hissedip
hüzünleniyorum. Yaşadıkça yaşlanıyorum çünkü.
Hüzünleniyorum.
Peki nedir şu adına hüzün... hüzün dedikleri?
Hüzün, elde olanı gaib ettiğim için ruhumu bürüyen şeffaf libas; kayb -olan ve -edilen için duyulan üzüntü.
Hüzün mülkiyet
duygusunun bir sonucu; zira bir yaşama sahip ve mâlik olduğumu, yani
bir yaşamım olduğunu idrak etmeseydim, onu kaybettiğimi de idrak
edemezdim. Varlığından haz aldığım şey, yokluğundan ötürü bana elem
veriyor; varlığı hazza, yokluğu eleme yol açıyor.
Hüzün işte böylesine köklü bir mülkiyet duygusunun mahsulü.
Yaşamaktan
haz almasaydım, yokluğu hâlinde elem de duymazdım. O hâlde varlığının
elem verdiğine inansaydım, yokluğunun da haz vereceğine inanmakta zorluk
çekmezdim. Nitekim yaşamlarına kendi elleriyle son verenlerin yokluğu
varlığa tercih etmeleri, aslında hazzı eleme tercih etmelerinden
kaynaklanmıyor mu?
Modern hayatın hüznü def etmek için bulduğu yegâne çözüm, insanı koyu bir gafletin içine sokmaktan ibaret.
İğfal sözcüğü gafletten ürüyor. Gaflet
modernlik tarafından iğfal edilen insanın trajedisi... parantezsizlik
sanısı... bir aymazlık hâli... aptallıktan türeyen keyif...
Sevinç de işbu gafletin, unutmanın, görmemenin, bilmemenin mükâfatı.
Hüzün nasıl ki gaib edilenin (kaybedilenin) üzüntüsü ise, korku da tam aksine kaybedilecek olandan kaynaklanan kaygının adı.
Kaybettiğim için hüzün, kaybedeceğim için korku duyuyorum. Varolanın yokluğu hüzün duymama (üzülmeme) yol açarken, yok olacağı ihtimali korkmama yol açıyor.
Korkuyorum; zira kaybedeceğim. Kaybettiğim için değil, kaybedeceğim için korkuyorum.
Kaybetseydim üzülürdüm. Oysa kaybetmedim ve fakat eninde sonunda kaybedeceğim.
Önemsiz
ve değersiz olanı kaybettiğim için üzülmem; önemsiz ve değersiz olanı
kaybedeceğim diye de korkuya kapılmam. O hâlde hüznümün ve/veya korkumun
sebebi, gerçekte kaybetmek ve kaybedecek olmak değil, bilâkis önemli ve
değerli bir şeyi kaybetmek ve/veya kaybedecek olmak.
Bir edebiyat tarihçisi, sanattaki başarıyı, galibiyetin, mağlubiyetin itirafıyla kazanıldığı bir savaş olarak tanımlamış: a war in which victory comes through the confession of defeat.
Bu tanımı, pekâlâ yaşama sanatına da şamil kılabilirim.
Ancak bir koşulla! Yaşamı her şeyden daha önemli ve değerli kılanın ne olduğunu bilmek koşuluyla.
İlk
elde akla gelecek olan, birtakım nitelikler, ya yaşam için gerekli
olan, ya da yaşamın mümkün kıldığı birtakım haz ve değerler. Oysa ben
olmasaydı(m), yaşam da olmazdı; zira yaşayan özne olmaksızın yaşanılan
olmazdı. Yaşanılan olmayınca, tabiatıyla yaşam da olmazdı.
Bu-ara-da anlamın yaşama yaşamın kendisinden geldiğini pek o kadar kolaylıkla niçin söyleyemiyorum acaba?
Çok basit!
İki
kavis arasında kalanın anlamı, kavislerin içinden çık(a)mıyor da ondan.
Bu-ara-da olana, anlamını, sınırları veriyor; iki kavisin (kavseyn)
varlığı, yaşamın hem sınırlarını, hem anlamını belirliyor. Böylelikle
anlam, yaşama, kendisinden değil, dışından, yani kavislerin varlığından
geliyor.
Özetlersek, yaşamın varlığı, iki kavisin varlığıyla mümkün. Anlamı ise onların anlamıyla kaim.
Peki o hâlde kavseynin varlığının sebebi ve anlamı ne?
Sırr-ı kavseyni, yani yaşamı mümkün kılan parantezlerin varlık sebebini bilmediğimi, soruşturmanın en başında teslim ettiğime göre, bu niçinin içini ben’ce meçhul kalacak demektir.
Oysa
kavs-i nüzulün, iniş yayının (doğuşun) sırrı bilinseydi, kavs-i urucun,
yükseliş yayının (ölümün) sırrı da bilinir; böylelikle bir çırpıda
yaşamın sırrı da sır olmaktan çıkardı.
Karanlıktayım.
Dücane Cündioğlu - 17 Aralık 2005