Son
yarım yüzyıllık Türkiye tarihinin en mühim gelişmesi insanlarının
toprağa küsmesidir. Aşağı yukarı bin yıllık bir bağın yarım yüzyılda
kopması, sorunu ayrıca da dramatik kılıyor.
Bu memleket insanlarının toprak küskünlüğünün kültürel faturasının ne
olacağı konusunda en ılımlı akıl yürütmeler bile insanın içini
ürpertmeye yetiyor. Bir kere herkes bunun farkında. Yer yer serzenişler,
yazıklanmalar, şikayetler duyuluyor. Ama bu duygular tutarlı ve anlamlı
bir yüzleşmeye dönüştürülmedikten sonra hükümsüzdür. Daha önemlisi bu
konudaki yüzleşme ertelenirse , daha pek çok şey de hükümsüz kalacaktır.
Mesela inanç hayatı.. Ayağı toprağa değmeyen, bir bitkinin nasıl
yetiştiğine tanıklık etmemiş kuşaklara insanoğlunun topraktan yaratılmış
olduğunu, topraktan geldiğini ve toprağa gideceğini nasıl anlatırsınız?
Bu yüzleşmenin tutarlı ve anlamlı olduğuna ikna olmak için, toprak
üzerinden geliştirilen eğretilemelerin toptan tasfiye edildiğine
şahitlik etmek gerekir. Çünkü ilk göze çarpan husus, bu ülkede
toprak-insan bağının, yüceltildiği yerde kopartılmasıdır. Modern Türkiye
Cumhuriyeti (Rousseau'nun tonlamalarıyla) neo-paganist yorumları
seferber eden bir köylü ideolojisi üzerine kurulmuştu. Bu kültürel
iklimde pagan efsanelerle kurgulanan hayâlî bir köylülüğün,
saflaştırılmış ideal-tiplemeleri sarar her bir yanı. Kötü olan yoz
şehir(li)ler, erdemli olan toprak ve köylülerdir. Çoğu kez kendisini
kötü edebiyatlar olarak açığa vuran sözkonusu romantikleştirmeler,
aslında memurin seçkinlerin teb'asını aşağılamasını örten
güzellemelerdir. İş adam yerine konmaya geldiğinde, ince belli köy
dilberlerinin, Herkül kılıklı gürbüz köy yiğitlerinin anlatıldığı bu
güzellemelere işten el çektirilir; köylülerin niçin öldürülmesi
gerektiği konusunda ahkâm kesen, kusurlu basenlerin, fırça görmemiş
çürük dişlerin ya da hamam görmemiş bedenlerin ağır kokusunun tasvir
edildiği gerçekçi bir edebiyat türer. Ama son tahlilde gerçekçilik ile
abartı arasında bizâtihî edebiyat iğdiş olur.
Siyaset düzeyinde ise, neo-pagan suretleri sevilen ama şehirlerde arz-ı
endam etmesi istenmeyen köylüleri , köylerinde tutup mûteber şehirlilere
lâyık kılacak makbul bir dönüşüme uğratmak isteyen C.H.P' nin
karşısına; Sünnî taşra ortalamalarını esas alan başka bir tür
köylücülükle D.P çıkar. Bu gelişmeyle birlikte siyasal kültür çadırının
direkleri rabtedilmiş olur.
Adına ister köylü-şehirli; ister eski şehirli-yeni şehirli kavgası;
isterse daha akademik olarak "merkez-çevre" çatışması diyelim; süreç
devam ediyor. Kavgalar, bir yerden sonra gözümde kayıkçı kavgası kadar
bile anlamlı değil. Hele hele, nüfusun kâhir ekseriyetinin başta
İstanbul olmak üzere tüketimin azgınlaştığı şehirlere yığıldığı, daha
mühimi, kasabaların ve köylerin bile şehirleştiği bir Türkiye'de
şehirli-taşralı ayırımı üzerinden yaşanan gerilimler olsa olsa kayıkçı
kavgası hükmündedir. Bu ülkenin insanlarının yaşamak istediği hayat
üzerine hangi morfolojik kavgalar yapılırsa yapılsın; hangi plâstik stil
oyunlarıyla başka başka imişcesine gösterilmek istensin; aslında,
toprağa küskünlükte paydaş olan tek tip hayattan söz ediyoruzdur.
C.H.P'-nin neo-pagan köylücülüğü ile D.P'nin taşra Sünni taşra
ortalamalarıyla yürüttüğü alternatif bir köylücülük arasında zerre kadar
fark yoktur. Her iki gelenek ve bu geleneklerden birisiyle iş tutarak
var olmayı hüner haline getirmiş nesiller, bin yıllık toprak-insan
bağının tasfiyesinde eş derecelerde sorumludur. Bu ülkede uğruna
yaşamayı hak eden bir hakikât, ancak bu bağın yeniden kurulabildiği
noktada ışıyacak.
S. Seyfi Öğün - 29.03.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder