11 Haziran 2013 Salı

Kreatif Keratalar

Başkalarının sevincine katlanamayanların bağırıp çağırması karşısında?
Sabrı gençlerden bekliyoruz.
Dar düdük dünyasını, düşünerek değil rasyonalizasyonla kabartanların kibri karşısında?
Tevazuyu gençlerden bekliyoruz.
Efendilerin efendisi makamına hırsla yapıştığı halde mağdur numarası yapanlar karşısında?
Asaleti gençlerden bekliyoruz.
İftiraya varan çarpıtmalarla ülkeyi ateşe vermeye yönelenler karşısında?
Dirayeti gençlerden bekliyoruz.
Kendini her daim bir savaşın içinde, çatışmanın tarafı olarak görenler karşısında?
Sebatkar barışçılığı gençlerden bekliyoruz.
Çelişkili cümleler kurarken 'hakikatin mümessili' pozu verenler karşısında?
Tutarlılığı gençlerden bekliyoruz.
Karşılanmadığının farkında olmadığı ihtiyaçlarının pençesinde öfkeden köpürenler karşısında?
Neşeyi gençlerden bekliyoruz.
Tatlı dil nedir bilmeyenler karşısında?
Latifeyi gençlerden bekliyoruz.
Cezalandırmayı adaletin tek çeşidi sayanlar karşısında?
Ödül sevincini paylaşmayı gençlerden bekliyoruz.
Zafer peşinde koşanlar karşısında?
Ağız tadını korumayı gençlerden bekliyoruz.
Türkiye'yi malı gibi görenler karşısında?
Türkiye'yi canından aziz bilmeyi gençlerden bekliyoruz.
Hatayı, kusuru, suçu hep başkasına atanlar karşısında?
Empatiyi gençlerden bekliyoruz.
Hayatı politikadan ibaret sananlar karşısında?
Hayat bilgisini gençlerden bekliyoruz.
Yaptığı iyiliği başa kakan, önüne geleni nankörlükle itham edenler karşısında?
Şövalye tavrını gençlerden bekliyoruz?
Sesini yükseltmek veya ağlamak gibi ilkel ajitasyon yöntemlerine tenezzül edenler karşısında?
Hakikate değer vermekten doğan özgüvenli serinkanlılığı gençlerden bekliyoruz.
Yaşını başını almışların destursuzluğu, şımarıklığı ve aşırılığı karşısında?
Olgunluğu gençlerden bekliyoruz.
Barbarlığa meyledenler karşısında?
Şehirli nezaketini gençlerden bekliyoruz.
Düşmanlığı dünyanın ezeli kanunu kabul edenler karşısında?
Dostluğu gençlerden bekliyoruz.
***
Temiz kalpli, nur yüzlü, pırıl pırıl gençlerden?
Eli öpülesi afacanlardan, kreatif keratalardan, devrimcilikte devrim yapanlardan.

Murat Menteş - 11.07.2013

17 Şubat 2013 Pazar

Yuvasız Erkekler

I-Pazartesi günü biraz müstehzi bir ifade ile devletin ilk defa erkek sığınma evi açtığı haberi yer aldı medyada.
Kadın sığınma evi, erkek sığınma evi, yılda on binden fazla yaşlının çocukları tarafından şiddet görmesi, ailelerinden alınıp koruyucu aileye verilen göçmen çocuklar.
'Türk aile yapısı' diyerek övmelere doyamadığımız aile nereye gidiyor?
Tanzimat'tan bu yana Türk aile yapısında çok önemli değişiklikler oldu. Değişiklikler kendini toplumun üst kesiminde hissettirdiği için etkisinin şiddetini tartışacak kıvama gelemedik bir türlü. Bu değişiklikleri nötr bir tasvir olarak ortaya koyma dirayeti gösteremedik.
Tarihi, dizi filmlerden, ekran tartışmaları üzerinden 'öğrenenler', Osmanlı-Cumhuriyet mukayesesi yaparak siyasi görüşünün izinde fikir ortaya koyuyor.
Muhafazakâr damardan beslenenler Osmanlı Devletinde her şeyin mükemmel olduğu halkın gündelik hayatının şehzade masalı kıvamında aktığını zannediyor.
Kendisini devrimci, ilerici, batılı olarak kabul edenler ise bütün zamanların kan ve irinini içinde toplamış bir Osmanlı tahayyülü üzerinden fikir üretiyor.
Dünün tecrübesini ışık olarak bugüne düşürebilmek için yekpare bir bütünlükten değil toplumsal tabakalar üzerinden mukayeseler yaparak yol almamız gerekiyor.
Mesela aile üzerinden, aile bireylerinin ortak zaman ve mekân anlayışından hareket edelim. Tanzimat'a kadar paşaların dahi çalışma mekanının konağın selamlık bölümü olduğunu biliyor muydunuz? Paşa, Padişaha durumu arz edip geldikten sonra selamlığa döner çalışmasına evinde devam ederdi. Paşanın mesai saatini kendi evinde sürdürmesinin bizim açımızdan dikkat çekici olan yanı ortak zaman ve ortak mekan içinde bulunduğu için ailenin reisi olarak Sünnete uygun kavvam sıfatını yerine getirebiliyor olması.
Aynı dönemin tarım toplumunda da evin fertleri ortak zamanı ve ortak mekânı paylaşır. Tarım toplumunun büyük ailesi kendi kendine yeten bir ailedir. Devletten hizmet beklemez. Devlet ile askerlik ve vergi olmasa neredeyse hiç yüz yüze gelmez. Sadece aile fertleri değil köyün tamamı üretim zamanını dayanışma kültürü içinde idrak eder. Tarım toplumunda kimse yerinden kımıldamaz. Zaman ve mekân anlayışı yekpare bir bütünlükten beslenir.
A.Toffler'in Sanayi İnkılâbının aileyi ve bireyleri gizli bir kama olarak bölüşüne dikkat çekişi çok yerindedir.
Sanayi İnkilabı ile birlikte fabrika atmosferi ailenin bireylerini ortak üretim zamanından koparmış, bireyin kendi içindeki bütünlüğünü parçalamıştır. Artık üretenler ve tüketenler vardır. Kadınlar ve erkekler vardır.
Sanayi İnkılâbının gizli kaması her şeyi ortadan böler. Evin reisi fabrikada çalışmak için uzaklara gitmiş, fabrikanın üretim çarkları içine hapis edilmiş; büyük aile dağılmış yaşlıların bakımı çocukların eğitimi bir sorun haline gelmiştir.
Madem büyük aile dağıldı o halde devlet çocuklara el atacaktır. Babaları örgütlü zamanın içinde vakit doldururken çocuklar da kitlesel eğitimin içinde 'uslu çocuk' olmayı öğrenecektir. Toplumun modernleşme hızıyla doğru orantılı olarak çocuklar eğitim zamanı adı altında neredeyse evlerinden uzakta büyüyecektir artık.
II-
Evlerin selamlık bölümü varken erkekler hem dış dünyanın hem de haremin gücünü ellerinde tutuyorlardı.
Konak terk edilip apartman dairelerine taşınıldığında erkekler evlerinden başka yerlerde yaşamaya başladı.
Şairin 'baba koçta genel köle' dediği gibi artık erkekler başka mekanlara ailenin diğer fertlerinin bilmediği zamanlara girdiler.
Evler kadınların oldu bir müddet.
Emekli erkeklerin mor çatıları kahvehaneler diyordu bir gazete haberi.
Erkeklerin evi yok. Kaç kadınla evli olurlarsa olsunlar erkeklerin evi yok.
Eve sığmayan erkek hiçbir yere sığamayandır.
Gündüz kadın kuşağı programlarının başlamasıyla kadınların da bir evi yok artık.
Onlar ekran aracılığı ile hep başka evdeler. Başkasının evinde.
Başka evlerin düzeneğinde, başka evlerin ağız tadında dolaşıyorlar ekran aracılığı ile. Dolaşıyor ve kendisine bu konforu sunmayan eşlerine dünyayı dar ediyor.
Evler yuva sıcaklığını kaybediyor.
Parası olanlar konforun, lüksün soğuk çehresine bahşiş veriyor yuva sıcaklığını. Parası olmayanlar tüketim kültürünün sınır tanımayan işgali yüzünden evlerinin ev olmadığını görüyor nesnelerin reklam atağı içinde.
Evler giderek apart kafeslere dönüşüyor.
Bir okuyucum insanlar evleniyor ama yuva kuramıyor diye yazmış. Evler eşya dolu. Ama yuva değil diyor.
Erkek sığınma evi mi demiştiniz! Kadın sığınma evi. Çocuk sığınma evi. Modernleşmenin gizli kamasının açtığı aşikâr yara bu işte!
Muhafazakâr erkek zihniyeti için işler kolay. Sistemin getirdiği sosyal dokuyu, açtığı psikolojik hasarı yok sayar; günümüzün kadınları diye başlar kariyerist hırs diye devam eder; ninelerimiz, annelerimiz büyük kadınlardı diyerek nostaljinin sularında yüzer, yüzer, yüzer.
Bir yere varır mı? Sorun bu ya…

Fatma Barbarosoğlu - 13.02.2013

3 Şubat 2013 Pazar

Kanaat

"Kanaat, kendisine alışılan, yakınlık kesbedilen şeylerin bulunmaması halinde bile huzur ve sükûnet içinde olmaktır."

28 Ocak 2013 Pazartesi

Her bedene dar gelen elbise

Hayatın bilmediğimiz ince bir yerinden çıt diye kırıldığı bir yer var. Orada bitiyor bütün hikaye. Bütün haberler orada duruveriyor. Olayların artık nasıl gelişeceğinin, sebeplerin nasıl sonuçlara bağlanacağının da önemi kalmıyor. Başkaları için olabilir; ama bilmediği bir anda sayılı nefesleri sona erivermiş olan için, o güne kadar önemli olan her şey geride kalıveriyor. Spotlar sönüyor, yayın kesiliyor, dünya hayatı aynı şekilde hem en beklenen, hem de en beklenmedik olan o son anla tamamlanıyor.
Geride kalanlar için ölüm böyle bir şey... Gidenler için bundan daha başka bir şey mutlaka... Belki de bütün dünya önemlilerinin gerçekten önemsizleştiği, bunun aşikar hale geldiği yeni ve belki de çok daha berrak bir görmeye kavuşma hali... Belki yaşarken gerçek diye bilinen her şeyin gerçeğin gerçeğinde, yani hakikatte eridiği bir yeni bilme hali... Belki yaşarken vazgeçilmez gibi görünen şeylerin kuruyup dökülen sonbahar yaprakları gibi varlığı çırılçıplak bıraktığı tarifi imkansız bir idrak hali... Ölümün nasıl bir şey olduğuna dair cümle kurmakta en mahir kalemler bile kifayetsiz... Başka bir şey olduğunu söyleyebiliyoruz sadece birbirimize. Ya da böyle diyerek öteliyor, uzaklaştırıyoruz bu düşünceyi daralan zihinlerimizden.
Ölümden kaçmanın, onu yok saymanın, buz gibi esprilerle ya da ne anlama geldiğini söyleyenlerin de bilmediği manasız söz terkipleriyle hafifletmeye çalışmanın adet olduğu bu inkar çağı için ölüm, kimsenin üstüne giymek istemediği bir elbise gibi... Kimi acıklı bir hayat doluluk gösterisi sergileyerek uzak tutmaya çalışıyor o elbiseyi kendinden. Kimi daima fit tuttuğu fiziğine yakışacak çok daha şık elbiseler bulunduğu vehmiyle avunuyor. Kimi içinse, henüz veremediği günahkarlık kiloları yüzünden içine sığamayacağı kadar küçük ölümün insanı saran, kuşatan, bir daha bırakmayan kaçılmaz elbisesi...
Ölümü içine sindiremeyenler, insanın hakikatine teslim olamayanlar için hayat acınası bir savrulmadan ibaret... Yok saymakla yok olmuyor çünkü ölüm. Daha büyüyor, her yanı kaplıyor ve o yokmuş gibi ortaya bırakılan her sözü, her davranışı, her duyguyu özünden zedeliyor, trajik biçimde gülünçleştiriyor. Buna yeltenen her kimse, bu trajikomik debelenmeyi ömür diye sürgit yaşamak mecburiyetinde kalıyor.
Ölümü, bırakın hakiki hayata ulaşmak için aşılması gereken bir eşik olarak görmeyi, hayatın bir gerçeği olarak görebilenler dahi kendilerine çok daha anlamlı bir insanlık inşa edebilirler. Çünkü ölüm, hayatı da anlamlı kılan bir şey... Ölümsüzlük arayışının insanın sonu gelmez ihtiraslarıyla bir ilgisi olduğunu görmemek mümkün mü? Ölümsüzlüğün peşine düşenler dünya nüfusundan her gün çeşitli yoksunluklar yüzünden eksilip giden çocukları yaşatmak için hiçbir gayretleri yok. Onlar ölümsüzlüğü kendileri için istiyor, rahat ve konforlarının, zulümle kurdukları haz imparatorluklarının, dünyanın başka coğrafyalarını yokluğa, yoksulluğa, yoksunluğa sevkeden sömürü düzenlerinin devamı için...
Ölüm var, iyi ki var! İyi ki zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı kötülüğün de hesabını tutan var. İyi ki insanı hayır ve şerle yüzleştirecek o adil terazi var. İyi ki gün gelip nefeslerimiz tükendiğimizde o elbiseyi giyiyoruz da, aslında kim olduğumuzu görüyoruz aleme doğduğumuzda.

Gökhan Özcan -  21.01.2013