27 Şubat 2012 Pazartesi

Normandiyafobi

Normal olamama korkusuna psikolojide normandiyafobi denir. Psikologlar kişilerin bunu yenebilmeleri için onlara şu geleneksel testi uygular: Hastanın kafasına elektrotlar bağlanır ve hasta herhangi bir kargo şubesine sokulur. Adamın beyninden, şubenin bir kenarında duran dev elektronik tartıda tartılmak için dayanılmaz istek sinyalleri geliyorsa ona “Korkuya mahal yok, son derece normal bir insansınız” denilir. Akabinde hasta serbest bırakılır.

7 Şubat 2012 Salı

Assange nereye koşuyor?

Geçenlerde Assange'in The Simpsons filminde rol alacağı duyuruldu.Mübarek olsun. Bu artık Wikileaks'in hükmü bitti demektir. O günlerde dünyayı sarsan belgeler artık yok hükmündedir. Daha beteri; bu haber dünyada siyasal eylemin de sonuna gelinmiş olduğuna işaret etmektedir. Bugün siyasal eylem özellikle muhalefet etmek eklemlenmenin yolunu ifade ediyor. Muhalefet ettiğimiz dünyaya muhalefet ettiğimiz nispette eklemleniyoruz.
Bilgi kuramı ve metodolojisi itibarıyla modernlik alabildiğine analitiktir. Bugün analitik dünyamız buharlaşıyor. Analitik ayrımların, hele karşıtlıkların anlamı kalmadı. Artık ne "öz"dür ne "biçim" bilemiyoruz. Bizlere ontolojik anlamda tutunum sağlayacak merkezilik ya da öncelikler yok. Bir olay (event)örgüsü bile kalmadı. Bunun yerini anlık, yakıcı izlenimler (happening)aldı.
Analitik düşüncenin ahlaki kodlarını verdiğini düşündüğüm Kant'cı özerklik düşüncesi de buharlaştı. Artık insanın kendisini gerçekleştirmesinden söz edilmiyor. Birey amacını (telos) kaybetti.İnsan bugün dönüşebildiği kadar ya da kendisinden başka ne olabiliyorsa o kadar vardır artık. Woody Allen'ın harika tiplemesi üzerinden olursam dünya bir ZELİG dünyadır.
Nevzuhur meslekler ağında savrulmayı ifade eden bir kariyerizimdir ZELİG dünyanın yegane makbul etkinliğidir. Bu ağda sosyolog B.Turner'in sözünü ettiği "bireysiler"arz-ı endam eder. Artık varoluş, eylemeler üzerinden değil performanslar üzerindendir. Artık eylem (action)mümkün gözükmüyor. Ya da mümkün olan biricik eylem;performanstır.
Performans,eylemde savrulmanın karşılığıdır. Performanslar dünyasında temsil eden ile temsil edilen arasındaki ayrım ortadan kalkmıştır. Düşünür Baudrillard'ın dediği gibi simülasyon bile anlamını kaybetmiştir.
Performanslar projelerin ürünü gibi sunuluyor. Postmodern bir oligarşi bu. Maaşallah herkes üstün yeteneklerle donanmış bir ekipbaşı (lider)Üstün zekası ve yetenekleriyle proje geliştiriyor, daha az yeteneklilerden oluşan ekibi ona yardımcı fiiller üzerinden lojistik destek sağlıyor. Postmodern oligarkların gözünde kalanlar ise bu projeye destek vermesi zorunlu olan saf guruhlar. Bu kadar laftan sonra projeyi çok derin bir şey sanmayın. Artık proje sahibi olmak bile tür performansdır.
Eylemin yerini alan performans Brecht'in üzerine titrediği mesafe kavramını aşıyor ve "epik eşik" kırılıyor. Bu aslında dolaylı olarak teatral durumun yıkımıdır. Bunun yerini hiper gerçeklik yaratan metot oyunculuğu alıyor. Performansın başarısını da bürünülen rollerle özdeşleştirme izleniminin ne kadar verilebildiği tayin etmektedir. Bu dünyada Brecht yenilmiş Stanislavski kazanmıştır.Teatral gerçeklik tiyatro-dünya (Theatrum mundi) düşünümde bulunma eleştiri geliştirme imkanlarını ifade eder. Tiyatro dünya elyevm mevcut değildir. Artık aktör yok,oyun oynayan insanın (homo ludens) yeni bir türü olan performans sahibi var.
Performanslar bizleri Frankfurt okulunun üzerinde çok durduğu fantazmagorik dünyaya bağlıyor. Tiyatro dünyanın yerini alan da budur. Fantazmagorik dünya içine çekilirken eleştiri gücünü kaybettiğimiz; zihnen ve ruhen parçası olduğumuz bir dünya. Çok şenlikli olduğu tartışma götürmüyor. Fantazmagorik dünyada her şey hızla paraleline düşüyor ve bir başka şeye dönüşüyor.
Fantazmagorik dünya alabildiğine kültüreldir. Onun prizmasından geçen her şey kültürelleşmek zorundadır. Politik ekonomiler ya da ekonomi politik bu prizmadan geçiyor; Ekonomik İnsan (homo economicus) ya da Siyasal Hayvan (Zoon Politikon) , Kültürel İnsana (Homo Culturalis) evrilir.
İyi de bütün bunlar neden oluyor? Marks'ın ünlü tezini hatırlamak lazım ; "Katı olan her şey buharlaşır. "İki tarihsel katılık; Siyaset ve ekonomi gaz haline geçiyor denebilir. Ama doğrusu ben bunun bir form değiştirmekten çok esneme ile ilişkili olduğunu düşünüyorum. Kültür, kara deliğinden geçirdiği her şeyi jölemsi ya da silikonvari bir kıvama erdiriyor.
Hasılı Assange'ın yaptığında hiçbir tuhaflık yok. Muhterem önce enformatik politik bir performans sundu; şimdi ise The Simpsons'daki performansına hazırlanıyor.

S. Seyfi Öğün - 02.02.2012

Denktaş, Lefter ve ölümler

İki gün önce toprağa verilen Lefter'in toprağı bol olsun. Dinince dinlensin. Dün son yolculuğuna uğurlanan ve bir dostumun tanımlamasıyla, dünyadaki son 'dava adamlarından' Denktaş'a gelince, Allah gani gani rahmet eylesin. Sözümüz kalanlara; kalanların bu ölümleri karşılayış tarzlarına..
Kapitalist modernlik entelektüel düzeyde bir birey övgüsü, hatta kültü geliştirmiştir. Ama inanmayalım. Çünkü önce üretim disiplininde, sonra da tüketim lümpenliğinde 'birey' en fazla örselenen değerdir. Önce üretim disiplini odağında otomatlaştırılarak ezilmiştir. Tüketim ise sanki insanı bu cendereden çıkarıp özgürleştirecekmiş gibi bir beklenti doğuruyor. Oysa onu, ister kitle, ister popüler kültür aracılığıyla, bireyselliğin örselendiği tüketim yarışına koşar ve tüketim cemaatlerine eklemlenmeye zorlamaktan başka bir şey yapmaz.
Kapitalist modernlik birey düşmanıdır. Birey olamamak ise kendi hayatını özerk tercihleriyle inşa edebilmekten uzak düşmektir. Modern insan, yalnızlığını bireyselleşme sandı. Bunun gerçeğiyle yüzleşince de, pagan geçmişinin iâde-i itibarını talep etti. Kendisine içinde dayanışma kadar her türlü itiş kakışın da kol gezdiği paganlığını kendisine iade edeceğine inandığı (post modern) kabîleler aradı. Buldu da: Üstelik envâi çeşidiyle. Tüketim dünyâsı bize işte bu afyonu veriyor. Tüketim afyondur. B.Turner onun içinde sadece sanrısal bir bireysileşmenin(individuation) mümkün olduğuna işâret etmekle haklıdır.
Üretim dünyasında sıkı bir mesâi disiplini içinde otomatlaşan bireylerin belki özel dünyaları oldu. Ama bu kazanım (!), mahremîyetlerin kaybedilmesi pahasına gerçekleşti. Modernlik tecrübesi içinde insanlığın varlık stokları dış bükey gerilmelere ve kasılmalara uğradı. Bunlar kamusallaşma, toplumsallaşma, özgürleşme , açık kültür vb kavramlarla güzellendirildi ve taçlandırıldı. Oysa olup biten düpedüz mahremîyet kaybıdır. Bu da, bireylerin gerek özyaşam düzeyinde; gerekse tarihsel olarak özneleşmesi önündeki en büyük engeldir.
Mahremîyetlerini ve elbette ki bireyselliklerini kaybeden insanlar, tek boyutlu (H. Marcuse), giderek plâzma (J. Baudrillard) varlıklara dönüşeceklerdir. Modernlik her şeyi alenîyete mahkûm ediyor. Modern ve post modern durumları sıfır toplamlı kılan da zaten budur. Üretimin kamusallaşmasıyla alenîyet patlama yaptı. Post modern tüketim ise geniş bir müşterileştirme ağı içinde bunu her türlü rasyonel iddiasından aşırtarak aşırılaştırdı. Bireyin sönümlenmesi alenîyete mahkûm, mahremîyetini; yâni derinliğini kaybetmiş hayatlardaki duygu kaybına eş değer bir olgudur. Bu, aynı zamanda S.Mestrovitc'in 'duygu-ötesi' olarak tanımladığı toplumsal duruma isâbet ediyor. Çünkü duygular mahremîyet deneyiminin içinde şekilleniyor. Bu kayboldu mu, duygular da aşılıyor.
Duygu kaybının telâfisi adına pagan köklerimize dönüyoruz zâten. Bu da otantik (kendinde) bir paganlıktan çok, plâstik (kendisi için) bir paganlıktır. Çünkü, ister üretim; ister tüketim üzerinden olsun, cümle hayat tecrübelerimiz, aslında bize âit olmayıp bize yakıştırılan hayatların tedarik zincirlerini, ya da lojistiğini başarma telaşesinden ibaret. Aslında çoğu kez başka hayatların taşeronuyuz. O kadar ki, bu taşeronlukta hayatlarımız kadar ölümlerimiz de bize ait olmaktan çıkıyor. Ölümler kamusallaştıkça, ister resmi, ister sivil düzeyde olsun, neo- pagan ayinler devreye giriyor. Plâzma varlıklarımız , bu ayinlerin dramaturjisinde ve koreografisinde geçici plâstik yoğunluklar yaşıyor. Hasılı, pagan esrikliklerle başka hayatları kendi hayatları gibi yaşayan insanların ölümleri karşılaması da her yeni tecrübede biraz daha tuhaflaşıyor?


Süleyman Seyfi Öğün - 19.01.2012

konuştuğun her kelime aleyhine delil olarak kullanılacaktır

konuştuğun her kelime aleyhine delil olarak kullanılacaktır
bak bunu biliyorum işte
polisiye bir filmde mi görmüştün
hayır, ahirette insanın aldığı nefes bile sorulacakmış. oradan biliyorum


Veysel Altuntaş

I upgraded from Boyfriend 5.0 to Husband 1.0…

Dear Tech Support,Last year I upgraded from Boyfriend 5.0 to Husband 1.0 and noticed a distinct slow down in overall system performance — Particularly in the flower and jewelry applications, which operated flawlessly under Boyfriend 5.0.In addition, Husband 1.0 uninstalled many other valuable programs, such as Romance 9.5 and Personal Attention 6.5 and then installed undesirable programs such as NFL 5.0, NBA 3.0, and Golf Clubs 4.1. Conversation 8.0 no longer runs, and Housecleaning 2.6 simply crashes the system. I’ve tried running Nagging 5.3 to fix these problems, but to no avail.What can I do?
Signed, Desperate

Dear Desperate:First keep in mind, Boyfriend 5.0 is an Entertainment Package, While Husband 1.0 is an Operating System.Please enter the command: “http: I Thought You Loved Me.HTML” and try to download Tears 6.2 and don’t forget to install the Guilt 3.0 update. If that application works as designed, Husband 1.0 should then automatically run the applications Jewelry 2.0 and Flowers 3.5.But remember, overuse of the above application can cause Husband 1.0 to default to Grumpy Silence 2.5, Happy Hour 7.0 or Beer 6.1.Beer 6.1 is a very bad program that will download the Snoring Loudly Beta.Whatever you do, DO NOT install Mother-in-law 1.0 (it runs a virus in the background that will eventually seize control of all your system resources). Also, do not attempt to reinstall the Boyfriend 5.0 program. These are unsupported applications and will crash Husband 1.0.In summary, Husband 1.0 is a great program, but it does have limited memory and cannot learn new applications quickly. You might consider buying additional software to improve memory and performance We recommend Food 3.0 and Hot Lingerie 7.7.
Good Luck,Tech Support

Yorgun Savaşçı

- Düşündün mü hiç, bir dünya imparatorluğu nasıl tasfiye edilir?

- Nasıl mı?.. Basbayağı… Dış güçlerce yıkılır gider!

- Nasıl yıkılır, demiyorum… Nasıl tasfiye edilir?.. Bunun tekniği, hukuk bakımından nedir?

- Bilmem!.. Hiç düşünmedim!..

(…)

- Dinle, 1908’de, ittihatçıların ele geçirip on yıl içinde yıktığı imparatorluk, tam dört milyon üçyüz seksenüç bin kilometrekare toprağa sahipti!..

- Yok canım!.. Var mıydı bu kadar?

- Hay hay!.. 1908’de Bosna – Hersek, Bulgaristan, Girit, Kıbrıs, Mısır, Tunus, Cezayir, Trablusgarb, Sudan çeşitli anlaşmalarla imparatorluk toprakları sayılıyordu… Sayıldığı için de nüfusumuz 43 milyonu aşkındı. Bu topraklar üzerinde malımız olan, yedi bin kilometre demiryolu döşeliydi. Dikkat et, dörtyüz yıllık hilâfetin bütün dünya Müslümanları üzerindeki mânevî haklarını katmıyorum. Tasfiye edilen miras, Osmanlı’nın sırf kılıç gücüyle vuruşarak aldığı, tarih boyu vuruşarak savunduğu mirastı. Evet, oturuldu masaya… Bilir misin, iki bölümde tamamlanan Lozan Andlaşmasının bütün oturumları ne kadar sürmüştür?

- Hayır!

- Beş buçuk ay… Mahzenler dolusu arşivleri düşün, buradaki anlaşmaları, buradaki incelikleri getir göz önüne. Delegelerimiz incelediler mi bunları? Kılı kırk yardılar mı? Hayır! Çünkü İstanbul hükümeti delegeleri, yani asıl uzmanlar, bizim isteğimizle sokulmadı bu konuşmalara… Bu iyiliğimize karşı İngiliz generali Harington’un teşekkürünü hatırlarım. Demek dört milyon üçyüz seksen küsur kilometrekarelik bir imparatorluğun yediyüz yıllık hesapları tasfiye edildi beş ay içinde… Buna tasfiye denmez. Mirası reddettik, hem de borçlardan bir kısmını kabul ederek reddettik. Değil bir dünya imparatorluğunun mirası, bir mahalle bakkalının mirası bile, bizim bugünkü mahkeme usûllerimiz göz önüne getirilirse, bu kadar kısa zamanda tasfiye edilip karara bağlanamaz.

- Ne yapabilirdik peki?.. 1923’lerde imparatorluğun bütün tarihî hakları silahla savunulur muydu?.. Nasıl güç yetirirdik bu kadar zorlu düşmanlara?..

- Haklar her zaman silahla savunulmaz. Hakkımız olanlara önce mutlaka sahip çıkardık. Fırsat kollayarak beklerdik… Sıra geldikçe yeniden pazarlık teklif ederdik… Hesaplaşma isterdik. Güç yetmeye geldi mi, elimizden zorla alınanı zorla geri alamazdık belki ama, bize zorla da “bağışladık” dedirtemezlerdi. Diyelim ki bıçağın altına yatırdılar da dedirttiler, hattâ işkenceyle bir şeyler de imzalattılar. Böyle anlaşmalar, kişiler arasında da, toplumlar arasında da, bütün tarih boyunca geçerli sayılmamıştır. İlk fırsatta böyle bir imza reddedilir, işkencecinin yakasına sarılınır. Yoksa, bu durumda, “Yurtta sulh, cihanda sulh” diye şişinerek dolaşılmaz. Yunan, üst üste yenildiği halde “Megalo İdea”dan vazgeçiyor mu? Bir milletin tarihî istekleri, tarih süresi ölçüsünde elde edilir. Nitekim Anadolu’da yenildikleri halde, Lozan’da Batı Trakya’yı bizden almayı başardılar; sanki biz yenilmişiz gibi… Böyledir, milletlerin millî kurtuluş amaçlarına varmaları… Kurtuluş iki türlü olur: Ya bütün haklarını en son zerresine kadar koruyarak kurtulursun, - ki gerçek kurtuluş budur- veya haklarından birçoklarını vererek kurtulursun!.. Bu da bir kurtuluştur ama, öyle pek öğünülecek, kaşınılacak cinsten sayılmaz. Hele rejim değişimlerinin tarihî haklardan vazgeçmekle hiçbir alâkası olamaz. Sözgelişi, Bolşevikler, Çarlık imparatorluğuna pekâlâ sahip çıktılar. Nitekim Fransa Cumhuriyetçileri de kendilerinden önce, kendilerinden sonra çeşitli krallarının kurmuş oldukları imparatorluğu “rejim değiştirdik” bahanesiyle hiç kimseye bağışlamadılar.

- Aklım karıştı Münür amca… Mümkün olur muydu bir şeyler koparmak?

- Mümkün olsun olmasın, isteyeceksin!.. Çünkü vazgeçmeye, bağışlamaya hakkın yok!.. Babanın malı değil!.. Her fırsatta isterdik, dengine düşerse alırdık!.. Ama o zaman dünya içindeki yerimiz, güdeceğimiz politika, başka türlü olurdu: Tarihte birikmiş haklar böyle aranır. Eğer her millet ilk zorlukta, yüzyıllar boyu biriktirdiği haklarını kaldırıp atarsa, dünyada tarih diye bir şey kalmaz… Anadolu-Yunan savaşı, belletilmek istendiği gibi, bin yıllık tarihimizden ayrı bir Millî Kurtuluş Savaşı değildir. Bin yıldır süren Doğu – Batı boğuşmasının yüzlerce savaşlarından biri, hem de küçüklerinden biridir. Bir düşünsene… Osmanlı İmparatorluğu’nu kurup yaşatmış Anadolu halkları için ne utandırıcı bir sözdür, Yunan Savaşına “Kurtuluş Savaşı” demek… Bu savaşa –hâşâ- İstiklâl Savaşı da denemez!.. Çünkü biz hiçbir zaman millî devletimizi yitirmedik. Hattâ doğrusu istenirse, 1920-23 arasında bizim bir değil, iki devletimiz vardı.

(…)

- Siz Cumhuriyet çocukları, “Gözümüzü zaferde açtık” avuntusundasınız. Şimdi umulmaz yerlerde beklenmez yenilgilerle karşılaşınca apışmayın!.. Biz Batıyla er-geç, ister istemez hesaplaşmak zorundayız. Bunu gerçekten yapmayınca, Batıya hizmet teklif etmekle belâyı başımızdan defleyemeyiz!.. Bunu böyle bilesin, Gazeteci Murat!.. İşini ona göre tutasın!..

Büyül Mal

"[...] işte bu yakup cemil bey akşam yemeğinden sonra beni çekti tenhaya… ‘beri bak sülük bey, seni sordum soruşturdum, gayet yiğit olduğunu öğrendim. kulağını aç iyi dinle, gözünü aç, çünkü uyuklamanin sırasi değildir. padişah fermanı ve de enver paşamızın emridir. ermeninin ingilizle ve de moskofla sözü bir ettiği anlaşıldı. bunların niyeti ingiliz alttan, moskof üstten vurup osmanlıyı kötületip sürüp geldiklerinde ‘bre urun’ diyerekten bir gece apansız müslümana saldırıp bizi bire kadar doğramaktır. bu sebeple hükümatımız bunlara ’sür emri’ çıkaracaktır. hükümat kısmı hükümat olduğundan ancak sür emri çıkarabilip “vur emri” çıkaramamaktadır. gerisi burda sizin gibi yiğit türklere ve de dini bütün müslümanlara kalmıştır. bunlar arabistana doğru sürülecektir. hükümatımızın zaptiyesi savaş sebebiyle gayet azdır. çogu çaptan düşmüş kocalardır. vatan düşmanlarının yolda şuraya buraya dağılmasi ihtimali vardır. ayrıca dağdaki ermeninin gelip vurup kurtarmaya çabalaması hartada yazılıdır. milis gücü kursanız, yetersiz zaptiyeyi destekleseniz gerektir. allaha şükür çorum’umuzda boğaz kıtlığına kıran girmemiştir. sıklık boğazımız, hışır boğazımız, harami boğazımız, hele de kırkdilim boğazımız gibi boğazlarımız vardır. bunlar girilmesi kolay çıkılması zor boğazlardır. hükümat kısmının sürgün zagonunu kendiniz bilmez değilsiniz. “malı senin, canı senin, ırzı bile senin, bir kemiği benim, o da meydanda kalirsa” hesabıdır. ben seni gayet yiğit gördüm ve gayet temiz türk oğlu türk ve de dini bütün müslüman oğlu müslüman gördüm. savaşa girmeyen ve de gavur kırmayan gaziliği elde edebilemez. ne mutlu sizlere ki, hükümatımızın sürgün zagonu yetişmekle gaziliği cebe indirmektesiniz. göreyim seni, dünyanin yüzünden ermeni adını silesin, bu dunyada padisahimizin gayret nişanını göğsüne takınıp salınasın ve de öte dünyada cennetin baş köşesindeki gaziler köşküne yanlayıp keyfine bakasın…”

Hediye!

Dün bir alışveriş merkezindeydim.
Bir mağazadan ötekine koşturuluyor; bir kez bakılan şeylere az sonra dönüp bir daha bakılıyor ama bir türlü karar verilemiyordu.
Yüksek bir yerin üzerine çıkıp "Ey dostlar, bu koşuşturma niçin?" diye sormak istedim.
Ama ne gerek vardı ki! Cevabın bir an bile duraksamadan bir ağızdan geleceği belliydi: "Sevdiklerimizi sevindirmek için!"
Yılbaşı hediyesi seçip almak peşindeydiler çünkü!
İyi de yüzlerindeki bu bezginlik, bu sıkıntı, hatta bu endişe neyin nesiydi peki?
***
Bayram, yılbaşı, doğum günü, yıldönümü falan derken...

Perakende sektörünün iştahı ve gelişmiş pazarlama teknikleriyle otomatiğe bağlandık.

Hediye vermenin en güzel ve anlamlı yanı bunu takvimsiz, hesapsız, kitapsızbiçimde bunu istemek ve hediyeyi içinden geldiği gibi seçmek değil midir?
Teoride, evet!
Ama pratikte böyle bir hediye anlayışı tarihe karışmak üzere...
Şimdi sistem bize "hediye alınacak, al!" diye komut veriyor ve biz müthiş bir telaşla mağazalara dağılıyoruz.
Yalan mı?
***

Sevdiklerimizi sevindirmek için kendimizi alabildiğine gerdiğimiz bu noktaya nasıl geldik?
Hani nerede "çam sakızı çoban armağanı"na; "yarım elma, gönül alma"lara değer verenler?
Hani hediye verip almak muhabbetimizi artıracaktı?
Oysa itiraf edin ki, hediye konusunda sessiz hayal kırıklıklarımız sevinç çığlıklarımızı bastırmaya başladı.
Nasıl oldu da niyetin güzelliğini unutup hediyenin "ilginç"liğine takılır hale geldik?
Neyse...
Bu noktaları daha fazla kurcalayıp ağız tadınızı kaçırmaktan yana değilim.
Ama eminim, yitmeye yüz tutmuş değerleri tekrar canlandıracak bir yol vardır.
***

Nedir o yol?
Birincisi..
Veren elin ağırlığını hediyenin üzerinden mümkün olabildiğince çekmektir.
Unutmamalı ki, "parayı bastırdım, değeri tartışılmayacak bir hediye aldım" mantığı alttan alta "aldım, verdim, ben seni yendim" dünyasına gönderme yapar!
İkincisi...
Bazı psikologların şu önerisine kulak vermek olacaktır: Hediyenizin dili olsaydı ne anlatırdı?
Hediye paketine konulan küçük karta yazacaklarınızdan daha fazlasıdır bu!
Unutmamalı ki, gerçek bir hediye sevgiden, sevinçten konuşur. Bazen de içten bir teşekkürdür ya da özür!

TV'ye dair

Milyonlarca insan gerçekte sadece televizyon seyretmek için yaşıyor olmasın sakın! Eve dönüp dizi izlemek, kanaldan kanala zaplamak ve ekran karşısında uyuklayabilmek için çalışıyor, oradan oraya koşturuyoruz ve kimse bu gerçeği kendine itiraf etmeye yanaşmıyor.

H.B.

Tutunamayanlar'dan

-beşinci şarkı-

mısra 542: ....tunç devri

kaç yıl sonra başlayacağını henüz bilimadamlarımızın kesinlikle tespit edemediği tunç devri, halkımız için bir altın devir olacaktır. bir kısım ilahiyatçılara göre bu devir, isa'nın ikinci gelişi'yle aynı zamana rastlayacaktır.

tunç devrinde insanlarımız arasında, birinci sınıf vatandaş, ikinci sınıf vatandaş ve halk şeklinde yapılan ayrım ortadan kalkacaktır.
umumi nakil vasıtalarında biletçiler, halka, bay ve bayan gibi kaba tabirlerle hitap etmeyeceklerdir.

şoförler halka eziyet etmeyeceklerdir. bozuk para bulunduracaklardır.

köylüler, en kalın elbiseleriyle, güneş altında çömelerek saatlerce devlet kapılarında beklemeyeceklerdir.

apartman kapıcılarının saltanatı sona erecektir.

kalabalık caddelerde oyuncak satan esmer adam, kemer satan ve olduğundan yirmi yaş fazla gösteren adam ve küçük şişelerde ne olduğu anlaşılmayan bir sıvı satan ve sarası yüzünden sık sık kaldırımlara düşen adam ve meyhanelerde fıstık satan gözlüklü genç adam ve gene meyhanelerde kasap oyunu oynayarak hayatını kazanan koço ve artık yaşlandığı için rakı isteyince şarap getiren garson tanaş, bu zavallı durumlardan kurtularılacaktır.

herkes istediği mesleği seçecektir. ressam olmak isteyenler reklamcı, yazar olmak isteyenler mühendis, mimar olmak isteyenler iktisatçı, meyhaneci olmak isteyenler hukukçu, hukukçu olmak isteyenler tezgahtar, adam olmak isteyenler uşak ve dilediği gibi yaşamak isteyenler rezil olmayacaklardır.

delilerle alay edilmeyecektir. mahalle çocukları böylelerinin peşine takılmayacaktır.

para kazanmayanlara serseri denilmeyecektir.

babalar, kızlarını her çeşit insanlara vereceklerdir.

sokak köpeklerinin durumu düzeltilecektir.

çocuklar, masallarla ve allah'ın verdiği cezalarla korkutulmayacaktır.

taşradan gelenler, şehirde doğmaktan başka meziyetleri olmayanlar tarafından hor görülmeyecektir.

kurnazlık ortadan kalkacaktır. bu konuda sıkı tedbirler alınacaktır.

yüreğinizi ezen bu sıkıntı, başınızdaki bu ağırlık kalkacaktır.

o zaman bin yıllık saltanat başlayacaktır. bin yıl daha sürecektir. bin yıl daha sürecektir. bin yıl daha sürecektir. bin yıl daha sürecektir. bin yıl daha, bin yıl daha..."