8 Mayıs 2014 Perşembe

Damak ve beden terörü

Geçenlerde okuduğum bir haber beni uzun zamandır aklımda olan bir konuyu kaleme almak için cesaretlendirdi. Haber şuydu: Türkiye'de insanlar zayıflamak için yılda 5 milyar Amerikan Doları harcıyormuş. Doğrusu haber beni irkiltti. Ama daha beteri, bu haberin çağrışımları üzerinden oldu. 'Eğer' dedim kendi kendime, 'yağları eritmek için 5 milyar dolar gerekiyorsa, onları yapmak için de bir o kadar harcamış olmalıyız'.
Obezite , Baudrillard'a göre, Batı uygarlığının en son ve en umutsuz aşamasıdır. Modern teknoloji, bedensel hareketleri minimize ederek, insanları önce pasifleştirdi. Daha beteri, bizi sonu gelmez can sıkıntılarına soktu. Oturmuş tatminsizin, yemekle, daha doğrusu 'tıkınma' ile buluşması zor değildir. Burada tıkınma bir yeme içme eyleminden çok, bir sıkıntının giderilmesi adına yapılan psikolojik bir eylemdir. Psikolojik bir eylem olarak 'tıkınmak' genellikle avamın ya da alt orta sınıfların işidir. Obezite ağırlıklı olarak tıkınanlarda ortaya çıkar. Yâni refahın değil, tam tersine ondan uzak düşmenin sonucudur.
Vasatlar aşıldığında 'yemek, içmek' çok farklı bir eylem hâline gelir. Burada orta-üstü burjuvaların dünyâsına ulaşıyoruz. Bu dünyâda, yeme–içme işi kutsallaştırılmış bir âyindir. Dolayısıyla uzmanlaşmış bir ruhban sınıfı gerektirir. Önce bu sınıfı bir tanıyalım. Bu ruhban sınıf, üstün 'yapıcılar'(chef de cuisine) ve 'üstün tadıcılar'(gurme) olarak iki alt gruba ayrılır ve bunlar asla, asla karşılaşmaz.
Üstün yapıcılar, yemeği, sihir, ya da illüzyon ustalığı ile yaparlar. Yaparken, yaptıklarını kendilerinden çok emin olan bilge insanların tonlamalarıyla anlatmaya özen gösterirler. Araya: 'Bunu İtalyanlar şu sosla yaparlar, ama ben onu sevmem. Ben bilmemne koymayı tercih ederim' gibi kendi kaprisli yaratıcılıklarını ilâve etmeye bayılırlar. Kimler yoktur ki bunların aralarında. Bankacılar, CEO'lar, playboylar... Her bir TV kanalına neredeyse 2-3 yemek programı düşer. Eskiden ,'erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer' denirdi. Bu söz playboy, chef de cuisine erkekler için 'bir kadını tavlamanın yolu mutfaktan geçer'e dönüştü. Yemek partileri ile cinsel av partilerinin yolu bu dünyâda her zaman olduğundan daha fazla kesişiyor.
Üstün tadıcıların hareket serbestiyeti, üstün yapıcılara göre daha fazladır. Yapıcılar ne yapsın? En fazla bir mutfağa tıkışmak zorundalar. Oysa tadıcılar, ruhban dünyânın 'seyyahları'dır. İstikâmet, tadılmamış çümbüşlü yerelliklerdir. Yolları Batı'ya ya da Egzotik Doğu'ya doğru gittikçe daha çok tanıtıcı ifâdeler kullanırlar. Burjuvalar bu programları seyreder ve kendilerine ayrıcalık yaratacak bir deneyim için 'damak ve kursak haritaları' oluştururlar. Onca masraf, yorgunluk, bir sınıf 'içi' içtimada, 'Meksika'da Acapulco'da acı soslu çöl yılanı sarması yedin mi?' diyebilmek içindir. Modern seyyahlar bir yeri değil, orada ne yenilip ne içildiğini merak ediyor.
Her bir keşif aynı zamanda bir ayrıcalıktır. Çemişkezek'in 'bilmem ne katılmış, bilmem hangi yerel lezzeti' üstün damak tadına sahip bir gurme tarafından keşfedilir. Bu keşif ayrıca kutsanır. Gurmelerin cümlesi vaftizcidir. Kuyrukyağının lezzetlere lezzet kattığı Antep mutfağı'na matuf övgülerin haddi hududu yoktur. Konuşmalar genellikle şu minvâl üzeredir: 'Antep'e gittin mi? Aaaa , mutlaka gitmelisin. Orada Çarşı içinde Abdürrezzak Usta'nın Huzur Lôkantası var.. Öyle , salaş bir yer. Ama azîzim bir lezzet, bir lezzet; anlatılmaz'.
Güneydoğu mutfağını takdis eden enteller aslında hiçbir zaman onunla özdeşleşmez. Bu daha çok, ecnebi arkadaşları karşısında yaşadıkları oryantalist bir tecrübenin ezikliğini, konuksever Doğu, ya da Güneydoğu halkı üzerinden telafi etmek içindir. Güneydoğu mutfağı ile olan ilişkileri, metresleri ile olan ilişkileri gibidir. Yâni Antep mutfağı bir gusto kaçamağıdır.
Egenin zeytinyağlıları ise resmi eşleriyle olan kutsal evlilikleri gibidir. Bütün kaçamaklar bir yana, dönüp dolaşılıp gidilecek yer hep Ege olmuştur. Ne var ki Antep'de, Diyarbakır'da kebaba doymayanlar, Ege'de ona çok kızarlar. Zeytinyağlı yemeklere kuyrukyağının gölgesi düşsün, kokusu karışsın istemezler. Ege'de kebap dükkânıyla karşılaşmak, karısıyla yaptığı tatilde metresine yakalanmak gibi bir şeydir.
Modernlik bizi yeme ve içmeye özendirmiyor; azdırıyor. Bu azgınlaşmanın akîbeti tabii ki kilo almaktır. Hikâyenin bu yüzünde, basen ya da göbeklerimize musallat olan yağ dokularından utandırılıyoruz. Bizi azdıranlar, bu kez de utandırıyor. Azgınlık ile utanç arasına 5 milyar dolarcık sıkışmış meğer. Hepsi bu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder