Liberal yazarlara 9 sorumuz var. Sakin bir üslup, analitik bir dille cevaplarını bekleriz: | |
1) Serbest piyasa fetişizminin hüküm sürdüğü bugünün dünyasında devletler ekonomiye ne kadar müdahil? Zenginleri zengin kılan piyasa mı, başka şeyler mi? Mesela liberal ekonominin uygulandığı Amerika ve İngiltere'nin zenginliğinin arkasında liberal sınıfın başarıları, zekâsı, dahiyane fikirleri, ahlaki çabası mı var, yoksa bu devletlerin dünyada çıkarttıkları savaşlar mı? Son 200 senede patlak veren 500 savaşın yüzde 95'i ya Batı'da veya Batılıların kışkırtması ve organizasyonudur. Hepimizin gözü önünde Irak'ın petrollerine el koydular. İngiltere sömürgecilikten sonra tarihinin en iyi dönemini Tony Blair zamanında yaşadı. Dindar, sol tandanslı ve tabii ki serbest piyasa yanlısı Blair, diğer işgalcilerle Iraklıların 2 trilyon dolarlık petrollerine el koymasaydı, İngiliz ekonomisi düzelir miydi? 2) Amerikan ekonomisinin omurgasını teşkil eden silah şirketlerinin ürettiği silahlar serbest piyasanın arz-talep yasasına göre mi alınıp satılıyor? 3) Amerika ve diğer zenginler, madem serbest piyasaya inanıyorlar, neden mesela başka ülkelere kota uyguluyorlar? 4) Altyapı (köprü, yol vs.) için halktan vergi toplanıyor. Pekiyi, köprüden benim sağladığım fayda ile büyük bir holdingin sağladığı fayda aynı mı? Türkiye 700 bin kişilik bir ordu besliyor. Ordu bizi ve tabii kişi olarak canımı ve malımı bir dış saldırıya karşı koruyor. Benim mal varlığımla büyük bir holding sahibinin mal varlığı aynı mı? Büyük sermaye ile halkın kamu bütçesine katkıları kıstas alındığında, sıradan insanların altyapı tesisleri ve savunmayı finanse ederlerken, onlardan aynı oranlarda yararlanmadıkları görülür. Türkiye'de vergilerin % 70'inin dolaylı vergilerle halktan toplanması yeterince açıklayıcı. Bütçenin teşekkülünde ve harcanmasında külfet ile nimet arasında eşitlik ve adalet var mı? Külfet ortak ve toplumsal, nimet şahsi ve bireysel diyen liberalizm bu konuda bize ne diyor? 5) "Demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi" arasındaki ilişkiler olumlu mu, sorunlu mu? Pratikte ikisi el ele yürümüyor, çoğu zaman çatışıyorlar. Demokraside bireyin ifade özgürlüğü temel şart; ancak firmalarda bireyin özgürlüğünden bahsetmek mümkün mü? Aksine olağanüstü bir disiplin ve hiyerarşi esastır. Örneğin Japonlar ve şimdi Çinliler firmalarda askerî bir sistem uyguluyorlar. 6) Hangi ulus devlet; adalette, ulusal savunmada, eğitimde, iletişimde bireysel özgürlükleri referans alıyor? Amerika ve İngiltere'de milyonlar yürüdü, hükümetlerini Irak işgalinden vazgeçirebildiler mi? 7) Demokratik söylem bireyi hedefler; liberal ekonomide ise birey eşyaya dönüşmüş durumdadır. Demokrasinin idealize ettiği birey ile serbest piyasa ortamında bireyin içinde bulunduğu durum aynı mı? İnsan, standartlara uygun başarı, maharet, mesleki formasyon, eğitim ve fiziksel özelliklere sahip değilse, piyasanın nazarında hiçbir şeydir. Liberal bir ülkede işini kaybetmek bir insanın başına gelebilecek en büyük felakettir. Çünkü sadece işini kaybetmekle kalmıyor, aynı zamanda çevresini, statüsünü, üye olduğu kulübü de kaybediyor. 8) Demokrasi eşitliği, eşit oy hakkını savunurken liberalizm tabiatı gereği eşitsizlik üzerinde yürür. Piyasanın telaffuz edilmeyen yasaları sosyal Darwinizm'e dayanır, güçlü olanlar güçsüzleri tasfiye etmiyor mu, bu ne kadar ahlaki? Aslolan rekabetse, çoğu zaman rekabet öldürücü değil mi? 9) Muhammed İkbal'in dediği gibi: "Bir ördek dedi ki: Hızır divanından bir ferman çıktı, bundan sonra bütün sular serbesttir. Timsah ona cevap verdi: Unutma ki benim için de serbesttir." Mantıki sonuçlarına göre liberalleştirilmiş piyasa timsahlarla kazların serbest yüzdüğü sular, kurtlarla kuzuların serbest gezdiği çayır, tilkilerle tavukların serbest tutulduğu kümes demektir. Her defasında timsahların kazları, kurtların kuzuları, tilkilerin tavukları yuttuğu denetimsiz liberal bir demokraside eşit oy hakkının ne anlamı olabilir? 21 Ekim 2009 |
“We are all a little weird and life's a little weird, and when we find someone whose weirdness is compatible with ours, we join up with them and fall in mutual weirdness and call it love.”
17 Aralık 2009 Perşembe
Liberallere 9 Soru
Türkiye Japonya Olsun Mu?
Japonya, dünyanın en büyük ekonomilerine sahip ülkelerin başında yer alır. Osmanlı ve Rusya ile beraber modern tarihe adım atmakla beraber, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra bugünkü gelişmeyi yakaladı. | |
Japonların, dünyanın bilim ve teknoloji tarihine yaptıkları önemli bir katkıları yoktur; Batı'da icat edilmiş bir teknolojik ürünü alır minimize ederler ve kitlesel tüketime sunarlar. Şeylerin özünü taklit etmekte gelişmiş bir yeteneğe sahiptirler. Bir zamanlar Japon kalkınması Türkiye'de çok tartışıldı. Shintoizm'in 'protestanlık' yönünde geçirdiği algı değişimi ve Samurayların ticarete girişi, aşkınlaştırılmış ritüellerin iş disiplinine uygulanması gibi faktörlerin, "Japon kalkınması"nda itici rol oynadığı söylendi. Durum öyle değil. Bu sayılanların tabii ki kendi ölçeklerinde rolleri var, ama bu "etkileyici roller"dir, asıl "belirleyici faktör" Amerika'nın siyasal ve stratejik tercihleridir. Kısaca Japonların ekonomik ve teknolojik yönden sıçrama yapmalarını sağlayan Amerika'dan başkası değildir: 1) İkinci Dünya Savaşı'nda ABD, Japonlara silah bıraktırmak için Hiroşima ve Nagasaki'ye atom bombası attı, yüz binlerce masum sivilin ölmesine sebebiyet verdi. Savaş bittikten sonra, sayısız Amerikalı, kendini Japonlara karşı bir tür suçlu hissetti. Ve nasıl Batı, blok halinde Nazi soykırımından dolayı bugün İsrail her ne yapıyorsa sesini çıkarmıyorsa, Amerikalılar da kendilerini Japonlara karşı borçlu hissettiler, onlara muazzam ekonomik ve teknolojik imkân ve fırsatlar sundular. 2) Bunun yanında siyasî-stratejik başka bir faktör de söz konusuydu: Başlayan Soğuk Savaş konsepti içinde Asya neredeyse bir bütün olarak Sovyet-Rus ve Çin komünizmine karşı savunmasız durumdaydı. Sonradan açıkça gözlendiği üzere bazı yerler, (mesela Vietnam, Kamboçya ve K.Kore) kolayca bu etki alanına girebiliyordu. ABD, Rusya ve Çin'in yayılmasını önlemek üzere yerkürenin Doğu ucunu mevzi seçip tahkim etti. Japonya, "yeni gelişme dinamiği"yle komünist yayılmayı engelleyen bir rol oynadı. 3) Dahası, kapitalist sistem ve tüketim alışkanlıklarının kadim medeniyetler içinde gözünü açmış olan Asyalı insana empoze edilmesi için "tüketimin demokratizasyonu" adı altında bir doktrin çerçevesinde Japonlara misyon yüklendi. Bu sayede kapitalist üretim teknikleri yanında tüketim alışkanlıkları ve kültürü Asya'da yaygınlaştırıldı. Geç başlamakla beraber Çin ve Hindistan'ı bu sürece dahil eden önemli amillerden Japon usulü tüketim ve refah arzusudur. Bana sorarsanız, bütün bunlar Japonların lehine değil, aleyhine oldu. Ne Shintoizm kaldı ne Güneş tanrısı. Aile parçalandı, Japonlar derin bir tüketim ve refah nihilizmi içinde yuvarlanıp gidiyor. "Kendi gelenek ve kültürlerini koruyarak kalkınan ülke: Japonya" efsanesine bizim sağcılarımız bile itibar etmiyor. ABD, yeni dönemde Asya'nın batısında, yani Ön Asya'da "ikinci bir Japonya" yaratmak istiyor. Bu da Türkiye'den başkası değil. Yeni düzenin temel taşları döşenirken; a) Enerji kaynakları ve enerji nakil hatlarının güvenliğini sağlayacak, b) Ortadoğu'da Batı kampının mevcut avantajlarını ve üstünlüğünü korumak üzere kaba güçle, yani silahla değil de "yumuşak güç"le bir dizi reformlar gerçekleştirecek, c) Büyük sistemin içinde kalarak bölgesel entegrasyonu gerçekleştirecek, d) Yeni küresel düzene paradigma dışından meydan okuyacak olanları ehlileştirip denetim altına alacak bölgesel aktör veya aktörlere ihtiyaç hissediyor. Bunun için öncelikle gözünü Türkiye'ye dikmiş durumda. Diplomatik, politik ve finans desteği yanında bölgesel çalışma rahatlığı sağlıyor. Aslında Ortadoğu zaten bu yönde reform geçirmek zorunda. Ama ortada ciddi bir soru var: Japonya gibi sonradan kendimiz olmaktan çıkma pahasına bu sürece evet mi diyelim, yoksa kendimiz kalarak ve bölge halklarıyla kader birliği yapıp kendi reformlarımızı kendimiz mi yapalım? Ne dersiniz! 20 Ekim 2009 |
4 Aralık 2009 Cuma
Kısa Kısa
- Herkesin "Posta" gazetesi okuduğu bir toplum mu, yoksa kimsenin gazete okumadığı bir toplum mu? İkincisini tercih ederim.
- Ugg giyen kızdan daha itici bir şey varsa ugg giyen erkektir. Bugün metroda bunu da gördüm.
- Trainspotting'in tiyatro oyunu Semaver Kumpanya tarafından yeniden gösterimde. Bana eşlik edecek birisi olsa ne güzel olur.
13 Ekim 2009 Salı
Bakmadan Yazabilmek
10 Eylül 2009 Perşembe
Sel Dağı
7 Eylül 2009 Pazartesi
On Living
i
living is no joke,
you must live with great seriousness
like a squirrel for example,
i mean expecting nothing except and beyond living,
i mean living must be your whole occupation.
you must take living seriously,
i mean to such an extent that,
for example your arms are tied from your back, your back is on the wall,
or in a laboratory with your white shirt, with your huge eye glasses,
you must be able to die for people,
even for people you have never seen,
although nobody forced you to do this,
although you know that
living is the most real, most beautiful thing.
i mean you must take living so seriously that,
even when you are seventy, you must plant olive trees,
not because you think they will be left to your children,
because you don't believe in death although you are afraid of it
because, i mean, life weighs heavier.
ii
suppose we're very sick, in need of surgery,
i mean, there is the possibility that
we will never get up from the white table.
although it is impossible not to feel the grief of passing away somewhat too soon
we will still laugh at the funny joke being told,
we will look out of the window to see if it's raining,
or we will wait impatiently
for the latest news from agencies.
suppose, for something worth fighting for,
suppose we are on the battlefield.
over there, in the first attack, on the first day
we may fall on the ground on our face.
we will know this with a somewhat strange grudge,
but we will still wonder like crazy
the result of the war that will possibly last for years.
suppose we are in the jail,
age is close to fifty,
supose there are still eighteen years until the iron door will open.
still, we will live with the outer world,
with the people, animals, fights and winds
i mean, with the outer world beyond the walls.
i mean, however and wherever we are
we must live as if there is no death...
iii
this earth will cool down,
a star among all the stars,
one of the tiniest,
i mean a grain of glitter in the blue velvet,
i mean this huge world of ours.
this earth will cool down one day,
not even like a pile of ice
or like a dead cloud,
it will roll like an empty walnut
in the pure endless darkness.
you must feel the pain of this now,
you must feel the grief right now.
you must love this world so much
to be able to say 'i lived'...
Top 100 List
Daily Telegraph yayımlamış. Ortak olduğum pek çok madde var.
Top 100 most annoying things:
1. Chavs
2. People driving close behind you
3. People who smell
4. People who eat with their mouth open
5. Rude shop assistants
6. Foreign call centres
7. Stepping in dog poo
8. People who cough and do not cover their mouths
9. Slow internet connections
10. Poor customer service
11. Dog owners that don't clean up after their dog
12. Noisy Eaters
13. Cold-callers
14. Door-to-door salesman
15. Stubbing your toe
16. Bullying
17. Computer crashing losing work you've spent three hours doing
18. People who talk loudly on their mobile phones
19. Spam email
20. The nation's obsession with Z-list celebrities
21. Leaving a tissue in a pocket and putting it in a washing machine
22. Driving slow in the fast lane
23. Adverts in between programmes
24. Toilets you have to pay for
25. The nation's obsession with the Katie & Peter split saga
26. People reading over your shoulder
27. People that park in disabled bays when they're not disabled
28. Brownnosers
29. People who complain about their weight yet make no effort to exercise or eat properly
30. People jumping the queue at the bar
31. Junk mail
32. Tailgaters
33. Big Brother
34. Muggers
35. MPs' expenses
36. Stepping in chewing gum
37. Pricey train fares
38. People who walk painfully slowly on the street
39. Noisy neighbours
40. People who sniff and don't use a tissue
41. Sweating
42. Binge drinking culture
43. Feeling bloated
44. The recession
45. Delays at the airport
46. Automated phone systems
47. Smoking
48. Road rage
49. People that have their mobile turned off when you really need to get in contact with them
50. Running out of toilet roll
51. Coverage of Michael Jackson's death
52. Reality TV
53. Flies
54. Finding a flat tyre
55. Parking costs
56. Bossiness
57. Rubbish opening times to doctors, dentists
58. When your washing machine breaks down
59. Politicians
60. Paper cuts
61. Buses not arriving on time
62. Singers who mime
63. People who can't park properly
64. Over packaged kids toys
65. Diarrhoea
66. Constipation
67. Text message speak
68. Bad hair days
69. Getting something in your eye
70. The hot water running out when you're running a bath
71. People who drive in the middle lane of motorways
72. People who mumble
73. Slow traffic lights
74. Cashiers giving you your change on top of a receipt
75. Cramp
76. Reading about Brad Pitt/Jennifer Aniston saga
77. Unpredictable weather
78. Cars blocking pedestrian crossings
79. Adult acne
80. People who are not polite in emails
81. Yo-yo dieting celebs
82. Trying to find the end of the sticking tape or toilet roll
83. Pimped up cars
84. Traffic wardens
85. Losing your passport
86. Running out of petrol
87. Burning your toast
88. Sunburn
89. iPhone obsessives
90. Celebrity fitness DVDs
91. People addicted to watching soaps
92. Breaking a nail
93. Bankers
94. PDA (public displays of affection)
95. Under performance
96. Someone altering your seat height at work
97. People who don't remove their shoes in the house
98. Children at weddings
99. Hot weather when you're not on holiday
100. Sports commentary
4 Eylül 2009 Cuma
Efrasiyab'ın Hikayeleri
24 Haziran 2009 Çarşamba
Pilav Günü
Her ne kadar haberini son 2 gün kala öğrensem de pazar günü için bir programım olmadığı için mezun olduğum lisenin geleneksel pilav gününde idim. Geleneksel lafı aldatıcı olmasın. Pek köklü bir lise olmadığı için henüz 3. sü yapılabildi bu pilav gününün. İlk ikisine çeşitli bahaneler -haberdar olmama ve askerlik- nedeniyle katılamamıştım. Ancak bu sene facebookta görünce bu etkinliği eski günlerin özlemiyle de koşa koşa gittim. Giderken katılımın çok yoğun olmayacağı kanısında idim. Öyle de oldu. Okulun ilk mezunları olan 2002 devresinden pek katılım olmamıştı. Sanırım bundaki temel etken bizim yaş grubumuzun hayatının dönüm noktasında olması diye düşünüyorum. Kimi üniversite bitirme telaşında kimi askerde kimi de evlenmiş sorumluluklarını artırmış. Bu sebeple de böyle bir gün göz ardı edilebiliyor. Ama taşlar yerine oturmaya başladıkça katılım da artar böylece o eski günleri yad etmenin vermiş olduğu haz da.
Bu arada pilava değinmeden de geçmemeli. Organizasyon sırasında pilav sponsoru abinin adından bahsedildi ancak şu aklımda değil. Ben de kendisine burada teşekkür ediyorum, harika bir pilav idi. Ellerine sağlık.
6 Haziran 2009 Cumartesi
Gülmek İçin Yaratılmış
gözlerde yaşlar niye
sevmek için yaratılmış
kalpler hep bomboş niye