29 Mart 2012 Perşembe

Toprağa küsenlerin dünyası

Son yarım yüzyıllık Türkiye tarihinin en mühim gelişmesi insanlarının toprağa küsmesidir. Aşağı yukarı bin yıllık bir bağın yarım yüzyılda kopması, sorunu ayrıca da dramatik kılıyor.
Bu memleket insanlarının toprak küskünlüğünün kültürel faturasının ne olacağı konusunda en ılımlı akıl yürütmeler bile insanın içini ürpertmeye yetiyor. Bir kere herkes bunun farkında. Yer yer serzenişler, yazıklanmalar, şikayetler duyuluyor. Ama bu duygular tutarlı ve anlamlı bir yüzleşmeye dönüştürülmedikten sonra hükümsüzdür. Daha önemlisi bu konudaki yüzleşme ertelenirse , daha pek çok şey de hükümsüz kalacaktır. Mesela inanç hayatı.. Ayağı toprağa değmeyen, bir bitkinin nasıl yetiştiğine tanıklık etmemiş kuşaklara insanoğlunun topraktan yaratılmış olduğunu, topraktan geldiğini ve toprağa gideceğini nasıl anlatırsınız?
Bu yüzleşmenin tutarlı ve anlamlı olduğuna ikna olmak için, toprak üzerinden geliştirilen eğretilemelerin toptan tasfiye edildiğine şahitlik etmek gerekir. Çünkü ilk göze çarpan husus, bu ülkede toprak-insan bağının, yüceltildiği yerde kopartılmasıdır. Modern Türkiye Cumhuriyeti (Rousseau'nun tonlamalarıyla) neo-paganist yorumları seferber eden bir köylü ideolojisi üzerine kurulmuştu. Bu kültürel iklimde pagan efsanelerle kurgulanan hayâlî bir köylülüğün, saflaştırılmış ideal-tiplemeleri sarar her bir yanı. Kötü olan yoz şehir(li)ler, erdemli olan toprak ve köylülerdir. Çoğu kez kendisini kötü edebiyatlar olarak açığa vuran sözkonusu romantikleştirmeler, aslında memurin seçkinlerin teb'asını aşağılamasını örten güzellemelerdir. İş adam yerine konmaya geldiğinde, ince belli köy dilberlerinin, Herkül kılıklı gürbüz köy yiğitlerinin anlatıldığı bu güzellemelere işten el çektirilir; köylülerin niçin öldürülmesi gerektiği konusunda ahkâm kesen, kusurlu basenlerin, fırça görmemiş çürük dişlerin ya da hamam görmemiş bedenlerin ağır kokusunun tasvir edildiği gerçekçi bir edebiyat türer. Ama son tahlilde gerçekçilik ile abartı arasında bizâtihî edebiyat iğdiş olur.
Siyaset düzeyinde ise, neo-pagan suretleri sevilen ama şehirlerde arz-ı endam etmesi istenmeyen köylüleri , köylerinde tutup mûteber şehirlilere lâyık kılacak makbul bir dönüşüme uğratmak isteyen C.H.P' nin karşısına; Sünnî taşra ortalamalarını esas alan başka bir tür köylücülükle D.P çıkar. Bu gelişmeyle birlikte siyasal kültür çadırının direkleri rabtedilmiş olur.
Adına ister köylü-şehirli; ister eski şehirli-yeni şehirli kavgası; isterse daha akademik olarak "merkez-çevre" çatışması diyelim; süreç devam ediyor. Kavgalar, bir yerden sonra gözümde kayıkçı kavgası kadar bile anlamlı değil. Hele hele, nüfusun kâhir ekseriyetinin başta İstanbul olmak üzere tüketimin azgınlaştığı şehirlere yığıldığı, daha mühimi, kasabaların ve köylerin bile şehirleştiği bir Türkiye'de şehirli-taşralı ayırımı üzerinden yaşanan gerilimler olsa olsa kayıkçı kavgası hükmündedir. Bu ülkenin insanlarının yaşamak istediği hayat üzerine hangi morfolojik kavgalar yapılırsa yapılsın; hangi plâstik stil oyunlarıyla başka başka imişcesine gösterilmek istensin; aslında, toprağa küskünlükte paydaş olan tek tip hayattan söz ediyoruzdur. C.H.P'-nin neo-pagan köylücülüğü ile D.P'nin taşra Sünni taşra ortalamalarıyla yürüttüğü alternatif bir köylücülük arasında zerre kadar fark yoktur. Her iki gelenek ve bu geleneklerden birisiyle iş tutarak var olmayı hüner haline getirmiş nesiller, bin yıllık toprak-insan bağının tasfiyesinde eş derecelerde sorumludur. Bu ülkede uğruna yaşamayı hak eden bir hakikât, ancak bu bağın yeniden kurulabildiği noktada ışıyacak.

S. Seyfi Öğün - 29.03.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder